Efsanevi İç Mimarlar

Efsanevi İç Mimarlar

Bir önceki yazımızda size Karim Rashid, Philippe Starck ve Miles Redd gibi fark yaratan iç mimarlardan bahsettik. Peki bu başarılı tasarımcıları etkileyen iç mimarlar kimler? Bu yazımızda mutlaka bilmeniz gereken 20. Yüzyıla damgasını vurmuş, iç mimarlığın temellerini atmış gelmiş geçmiş en efsanevi iç mimarlar ve hayatlarından bahsedeceğiz.

Elsie de Wolfe (1865 – 1950)

“Etrafımdaki her şeyi güzelleştireceğim. Ve bu benim hayatım olacak.”

Amerika’nın bilinen ilk dekoratörü olan de Wolfe, hem tasarımları ile hem de yaşam tarzı ile dikkatleri üzerinde toplamayı başarmıştır. New York doğumlu tasarımcı, İskoçya’da öğrenim görmüş olmasına rağmen doğduğu yere geri dönmüş ve kariyerine profesyonel bir oyuncu olarak başlamıştır. Giyim tarzı ve aksesuarları ile öne çıkan Wolfe’un oyuncu kimliği geride kalmıştır. Irving Place’te birlikte yaşadığı Merbury ile kaldığı evi kasvetli ve çok dolu bulduğu için tekrar düzenlemiştir. İç mekanları daha basite indirgeyen ve daha sıcak mekanlar haline getiren tasarımcı, Viktorya dönemi dekorasyon yaklaşımından uzaklaşmayı hedeflemiştir. Kentin ilk seçkin kadın sosyal kulübü olan Colony’i tasarlamış ve bu sayede imzası ve kurt figürü olan kartvizitlerini, yüksek kesimle paylaşma fırsatı bulmuştur.

Ardından Merbury ile Versailles’te aldığı bir evi de sosyal toplantılar için dekore etmiş ve Condé Nast, Fricks, ve Hewitts gibi önemli müşteriler edinerek çalışmalarını sürdürmüştür. Günümüzde anti-Viktoryan tarzını yaratan, daha aydınlık, daha ferah, daha aerodinamik ve rafine edilmiş mekanların öncüsü olarak görülmektedir.

Jean-Michel Frank (1895 – 1941)

“Dışarı at… Daha fazlasını at, çünkü zerafet eliminasyonda saklıdır.”

Ressamlar, etraflarındaki dünyadan ilhamlarını alırlar. Paris’te 1930’larda Jean-Michel Frank kadar zengin iç mekanlar yaratan başka bir tasarımcı düşünülemezdi. Projelerinde Picasso ve Braques gibi ünlü ressamların eserlerine yer veren Frank’ın Parisyen sosyete ve sanatçılardan oluşan geniş bir iletişim ağı vardı. Anne Frank ile uzaktan kuzenlerdir.

Frank minimalist arayışlarla ilerlese de, iç mekanlarda oluşturduğu maksimalist anlayış, daha karmaşık bir bakış açısı yaratmakta ve bu değerlerle tasarımları ilgi çekmektedir. Bu yüzden tasarım anlayışı ve tarzı ile ilgili kesin yargılara varılamamıştır. Kendi tasarladığı mobilyaların sadeliği öne çıkarken, bunları zengin materyallerle kaplaması bu yargıyı doğrulamıştır. Örneğin oymalı mika yüzeyler, bronz kapılar, kuvartz aydınlatma elemanları ve Hermès için tasarladığı kübik koyun derisi ile kaplanmış oturma elemanı, tasarımlarına örnektir.

Frank’ın en çok tercih ettiği renk beyazdı, ki beyazı hem sade hem de zengin bir şekilde iç mekanlarında kullanmayı başarmıştır. Minimalizmin tarihindeki en ikonik mobilya olan The Parsons Table’ın tasarımcısıdır ve projelerinde bu masayı en lüks detaylarla ve bitişlerle sunmuştur. Tasarıma ve kaliteye odaklansa da günlük hayatın ögelerini göz ardı etmemiş ve mekanda “mükemmel tadı” bulmanın mekana ruh katmanın önemi üzerine çalışmıştır.

Albert Hadley (1920 – 2012)

“Dekorasyon bir görüş değil, perspektiftir.”

Şıklığı ve fonksiyonelliği bir arada tutabilmek, bir çok tasarımcı için oldukça zor bir görev olmasına karşın, Hadley mekanlarında bu iki özelliği ustaca harmanlamıştır. “Amerikan dekoratörlerin başkanı” olarak anılan Hadley, 91 yaşında vefat etmiştir. Rockefeller, Astor, Getty ve Mellon gibi müşteri kitlesine çalışmış, demokratik bir dekoratör olduğunu savunarak isimlerin önemi olmadığını, işin en basit insana bile neler yapacağınızı bilmek olduğunu, göz kamaştırıcılığın sadece bu işin bir parçası olduğunu ancak bu işin özünün disiplin ve gerçeklikten geçtiğini savunmuştur. Ne kadar da modern tarzı ile öne çıkmış olsa da, farklı disiplinleri bir arada, uyum ve denge içerisinde kullanan Hadley’in tasarım prensibi “Ne az, ne de fazla” üzerine kurulmuştur.

1962’de Sister Parish ile güçlerini birleştirmiş, Amerika’nın elit tabakasına, ev dekorasyonu üzerine hizmet vermiştir. En bilindik projesi Kennedy’nin başkanlığındaki Beyaz Saray’ın iç tasarımı ve Kennedy ailesinin konutları örnek verilebilir.

Sister Parish (1910 – 1994)

“Mekanlar, zamansız olmalıdır.”

Dorothy May Kinnicutt, çocukluk lakabıyla bilinen Sister Parish, Manhattan, New Jersey, Maine ve Paris’te evleri bulunan varlıklı bir ailenin kızıdır. 1930’da Henry Parish ile evlenmiş ve düğün New York Times gibi önemli gazetlere manşet olmuştur.

1929 Wall Street vurgunu ile hem Kinnicutt hem de Parish aileleri varlıkları ikiye katlanmış ve Sister, Far Hills, New Jersey’de kendi iç tasarım mağazasını açmıştır. Tarzı, antika koleksiyoncusu babasından gelen, koyu renkli, kahverengi mobilyaları tutkusuna karşın çizgili ve şeritli tekstil ürünleri, duvar kilimleri, kabartılmış berjerleri içeren bir zevki vardı ve bu da 1960’larda Amerika’nın popüler estetik zevkini yansıtmaktaydı.

Brooke Astor gibi önemli müşterilere hizmet eden Parish, romantik, sıcak ve zarif tarzı ile kesin ve titiz tutumu ile çalışmalarını sürdürmüştür. Çalışmalarına başlamadan önce, mekanı acımasızca eleştirmesi, mekanın etrafında bir çaydanlık yuvarlaması, onaylamadığı her bir detayı değiştirmesi ile ünlüydü. Yollarını Albert Hadley ile birleştirerek, 30 yılı aşkın başarılı bir işbirliği sürdürmüştür.

Dorothy Draper (1889 – 1969)

“Mutlaka bir tane çarpıcı öge koyarım ve bu insanları hakkında konuşturur.”

Cesaretli renkler, zarif, eğlenceli ve hayat dolu… Tüm bu kelimeler Dorothy’nin dokunuşlarını yansıtıyor. Dorothy, 1939 yılında yazdığı “Dekorasyon Eğlencelidir.” Adlı kitabında da yazdığı gibi, ona göre herkesin derin ve gizemli olarak bildiği, karmaşık detayları ve bu işin geçmişini bilmeden söz sahibi olamadığı bir meslek değil iç mimarlık. Bu onun için sadece bir dışa vurum, dengelerdeki farkındalık, çarpıcı bir renk, aydınlatmanın verdiği bir his, bir stil zevki, yaşamdaki bir lezzet, aksesuarların verdiği keyifli bir deneyim.

Draper, Parish’in kuzeni, 1925’te Architectural Clearing House adlı iç mimarlık ofisini açmıştır. Modern Barok tarzı ile birçok kamu binası, New York’s Metropolitan Museum of Art’ın kafeteryası, the Fairmont ve Mark Hopkins Otel, San Francisco’ya ve en önemlisi West Virginia’da bulunan Greenbrier’in baştan aşağı tasarım projelerini üstlenmiştir.  Tasarladığı bazı mekanlar klasik siyah beyaz tonlarını barındırırken diğerleri canlı ve çarpıcı renklerin karmaşası ile tasarlanmıştır.

 David Hicks (1929 -1998)

“En iyi odalar, içlerinde yaşayan insanlarla ilgili en çok şeyi anlatanlardır.”

1929 İngiltere, Essex doğumlu David Nightingale Hicks, Central College of Art’ta eğitimini tamamlamış ve J. Walter Thompson’un reklam ajansına mısır gevreği kutuları tasarlayarak kariyerine adım atmış ve bu çekimlerin yapıldığı ev olan annesinin evi, dergilerde yazılarak dikkat çekince, iç mimarlık kariyeri başlamıştır.

Fazla değerli ve abartı kalabalıklıktaki mekanlar onlan eski İngiliz evlerine karşı, farklı renkleri ve dokuları, eski mobilyalarla birleştirerek bu yaklaşımı karmaşa olarak gören dar görüşü yok etmek üzerine bir tasarım yaklaşımında bulunmuştur. Bu taze bakış açısı ile birçok eski kalıbı yok etmiş, Hicks, 1960’lı yıllarda tasarım dünyasının göz bebeği haline gelmiştir. Önemli projeleri arasında, Prince Charles ve Princess Anne’in yatak odaları, QE2 gece klübü, Suudi Arabistanlı Kral Fahd’ın teknesi gibi projeler vardır. 1970 itibariyle duvar kâğıdı ve tekstil ürünleri tasarımlarını üretmiş ve sekiz ayrı ülkede butik açmıştır. Akıllı ve eklektik stilini kariyeri boyunca sürdürmüştür.

Billy Baldwin (1903 – 1983)

“İç mimarlıktaki ilk kural: Tüm kuralları yıkabilirsin!”

Billy Baldwin, konfor ve kalite üzerine kurulu tasarım anlayışını benimsemiş, mimarlığın, dekorasyondan çok daha önemli olduğunu savunmuştur. Oran ve orantının sonsuz bir tatmin hissi yarattığını ve bunun dekoratif öge ile sağlanamayacağını söylemiştir. Tasarımları, kusursuz dikilmiş birer takım elbise ya da parlatılmış bir topuklu ayakkabı kadar kusursuz ve berrak olarak kabul edilmektedir. O zamanın dekoratörleri, müşterilerinin sahip olduğu her şeyi fırlatıp atmak ve bir boşluktan yola çıkmaktan yana olsalar da Baldwin aksine müşterilerinin sahip oldukları parçaları da değerlendirmekten yana bir tutum sergilemiştir. Müşterilerinin gardroplarını da hesaba katan Baldwin, kadın giysilerine olan ilgisini saklamamış ve bu kıyafetler bu mekanlarda giyilecek anlayışıyla tasarladığı mekanlara bakmıştır.

Oran ve orantının hakim olduğu ünlü tasarımları; Cole Porter’in Waldorf Towers Dairesi, Jackie O’nun Yunan adalarından biri olan Skorpios’taki evi, Diana Vreeland’ın Park Avenue oturma odası revizyonu olarak bilinir. Zemine kadar kaplanmış mobilyalar (çünkü gözüken mobilya bacaklarını rahatsız edici bulurdu) koyu, çarpıcı duvar renkleri, gömme kitaplıklar kendi stilini ortaya koyduğu detaylardır ve günümüzde halen kullanılmaktadır.

Yorum yapın